Kayıtlar

Ölü

Ben öldüm.   Sereserpe yere uzanmış cansız, donuk, hareketsiz bedenim altındaki taşın soğukluğundan etkilenmiyor artık. İster pamuklara yatırsınlar, ister çivilerle dolu tahta sandıklara koysunlar beni; fark etmez. İster kaynar sularla yıkasınlar, ister buzdan kovalar döksünler üzerime. Artık benim canımı acıtamazlar.   Ben öldüm.   Kimsem yoktu. Ne can dostlarım, ne sevgilim, ne annem babam. Elbette bir sürü arkadaşım vardı, bugün benle gülen, yarın arkamdan söven. Sahip olduğum ya da olamadığım her şey için kulaklarımı gürültüyle çınlatan, işimi evimi sevgilimi elimden alan arkadaşlarım vardı. İftiranın bini bir para! Beni insan içine çıkamayacağım hale getiren arkadaşlarım vardı. Kına yaksınlar. Ya da yakmasınlar bile, gerek yok. Yokluğumu hissetmesinler yeter, varlığımın eğlencesi ellerinden kayıp gitti artık. Mezarımın başında yalandan ağlamasınlar; zaten mezar başında kim ölene ağlar ki? Kimi kendi derdine ağlar, kimi kendi sevdiğine, kimi oğluna ağlar, kimi babasının derd

Oda

Her yanı farklı renkte bir oda. Hiç cam yok. Ne kadar da kalabalığız içeride, nefes alacak alan kalmamış. Her duvarı hiç boşluk kalmamışçasına ayrı ayrı karalanmış. Yazılmış, çizilmiş, resmedilmiş. Karaladım her şeyi, okunmayacak hale gelene kadar karaladım. Halbuki ben yazmıştım hepsini ilmek ilmek. Karaladıkça rahatladım. Kalemin bitti, hırpalanan ellerimden damlayan kanımla devam ettim karalamaya hepsini. Sustum karalarken, acıya hiç ses çıkarmadım. Sonra sustuklarıma büyük gürültüler ekledim, kulaklarımı kapattım, herkesin kulaklarını kapattım. Ardından çığlığı bastım avazım çıktığı kadar, boğazım ağrıyana kadar, kan tükürene kadar bağırdım. Kimse duymadı. Ben bile duymadım. Ne varsa kustum dışarı, içim boşalana kadar. Ağladım, hıçkırmaktan nefesim kesilene kadar ağladım. Gözlerim kuruyana kadar ağladım. Gözlerimi hiç açmadım ağlarken, ışıkları da yakmadım. Ne ben gördüm kendi ağladığımı ne de bir başkası. O odada her şey artık, sevgilerim kızgınlıklarım kırgınlıklarım ne varsa çık

Aşk

Ayaklarımı yerden kesip uçuran aşk. Ne yaparsam yapayım, herhangi bir zamanda her hangi bir yerde aklımın bir köşesinde hep duran, karnıma ağrılar girmesine neden olan, anlamsız gülüşlerime sebep olan aşk. Mıknatıs gibi kendisine döndüren, yerçekimi gibi kendisine yaklaştıran aşk. Güneşi daha sıcak, gökyüzünü daha mavi, havayı daha temiz yapan aşk. Beni daha bi’ ben yapan aşk. Ya da beni bambaşka biri kılan aşk. Kaç kere gelebilir başa? İnsan sever, insan hem de çok sever. Çok kez sever. Her bitişte tok bir daha sevmem, hele “böyle” hiç sevemem der. Ama öyle sonsuz ki sevmek, insanın kalbi herkese yeter, her seferinde daha da genişler, her seferinde yepyeni sever. Bıkmadan sever, istemese de sever. Her yarasında, her kırıldığında iyileşir yine sever. Üstelik öyle kimseye de ihtiyaç duymaz iyileşmek için. Kendi kendini sarar da düzeltir. Ama ya aşk? Aşk ne ki? Sevmekten- hatta çok sevmekten farklı kılan ne bu “anlamsız gülüşler”i? Sevmenin en çok hali mi? Sevmenin en yoğ

Başlangıç

Yazdığım her şeyi kaybettiğimi öğrendim bugün. Yaşadıklarımı, yerleri, zamanları, insanları. Tüm geçmişimi. Tüm hatıralarımı. Aklımın kuytu köşelerine attığım, ama içimde bir yerlerde hep durduğunu bildiğim her şeyi kaybetmişim. Fotoğraflarımı kaybetmişim. Son 15 yılım yaşanmamış gibi, tüm izlerim silinmiş. Hiç var olmamışım gibi. Sadece benim değil, herkesin, her yerin izleri silinmiş. Hayatımda hala olan veya hiç esintisi dahi kalmamış herkes, her yer gitmiş. Çocukluğum, gençliğim, aşkım, aşklarım gitmiş sanki. Gülüşlerim gitmiş, gözyaşlarım silinmiş. Kahkahalarım hiç atılmamış, çığlıklarım hiç duyulmamış gibi. Zamanla detaylarını unuttuğum ama ne olursa olsun hissettiklerimi hiç ruhumdan silmediğim anılarım zorla elimden alınmış gibi. Bugün zorla yeniden başlatılmışım gibi hayata. Uyandırılmışım gibi sabahın köründe daha hava bile aydınlanmadan lanet alarmın sesi ile. Her şeyi yeniden yaşamak zorundaymışım gibi bugün artık. Ama ne aynı olabilir, ne aynı kalabilir ki?